Scroll Top
Öz-benliğin Pasifizasyonu-Masumiyetin Yitimi-1

Günümüzün bireyi manevi anlamda bir boşluktadır. Çünkü kendi hayatının karanlık yüzünü…

  Tecrübe edilen ağır deneyimler, bireyin hayatında aşması gereken önemli birer sınavdır. Kişi, yaşadığı ağır deneyimlerden ruhsal anlamda arınabilmek için sabır ve metanet göstermelidir. Onun bu ağır deneyimlerden kazançla çıkabilmesi önemlidir; çünkü alınan ibret, onun bu süreçte gösterdiği ruhsal metanetinin ve mücadelesinin bir mükâfatı olacaktır.

  Evet, kişi söz konusu süreci zaferle tamamlamak zorundadır. O, ruhsal tekâmülünü sağlamak için kendi iradesinin birlik ve bütünlüğünü sağlamalı; hayatını objektif ve rasyonel bir şekilde değerlendirip varoluşunu daimi kılmalıdır. Sosyal veya toplumsal yaptırımların kendi ruhunu ele geçirmesini önlemek için bir hamle yapmalı ve farkını ortaya koyarak sürü psikolojisine meydan okumalıdır. Aksi takdirde birey kendi manevi özgürlüğünü ve özgünlüğünü zamanla yitirecektir. Bu olumsuz süreçte o, çocukluğundan beri içinde yeşerttiği ve yaşatmaya çalıştığı küçük, masum dünyasını kaybedecek ve asimile olacaktır. Kişinin kendi biricikliğini ve gönül zenginliklerini hatırlatan yüreğinin sesi kısılacaktır. Kendi “öz-benliğini” sevgiyle ve inançla besleyemediği için benliğinin can damarı büyük zarar görecektir.

  İçinde bulunduğu zor şartlarda kişinin sahip olduğu en büyük güç, onun hayata karşı beslediği inançtır. İnanç, onun hayatla arasında kurduğu dirimsel bağın, dolayısıyla yaşama sevincinin kaynağıdır. Bu his, onun manevi yönden atan can damarıdır. Onun kendi manevi iradesinin kötü zamanlarda göstereceği ruhsal direncin gücü bu bağa bağlıdır. Kısaca o, hayatın güzellikleriyle ne kadar çok bütünleşirse kendi metanetini ve ruhsal bütünlüğünü o ölçüde güvence altına alacaktır. Öte yandan, onun hayatla olan birlik ve bütünlüğünün zarar görmesi içindeki boşluk ve yalnızlık duygusunu körükleyecektir. Eğer ki; birey, kendisine manevi açıdan zenginlik katan dirimsel bağını yitirirse hayata karşı beslediği duyarlılığı toprağa gömecektir.

  Manevi özgürlüğün yitim süreci, onun kendi gözündeki hayat anlayışının siyaha bürünmesiyle başlar. Sonuçta hiç kimse yaşanan bir travmanın yarattığı kötü izlenimleri değiştirmeden kendisini hayata bağlayamaz.

  Ruhsal stabilizatör rolünü kusursuz bir şekilde yerine getiren “öz-benliğin” yıkımı, onun manevi omurgasının ağır bir yara aldığının göstergesidir. Çünkü bireyin manevi birlik ve bütünlüğünü sağlayan “öz-benliğin” kendisidir. Hayat, olağanüstü bir denge içerisindedir ve bu denge vesilesiyle kendi sistemini sürdürmektedir. İşte bu nedenledir ki; “öz-benlik”, tinsel bir derinliğe sahip olan insanoğlunun manevi bir mucizesi ve yetisidir. Dolayısıyla “öz-benliğin” kendi sağlıklı işlevini yitirmesi, içimizde yaşayan mikro evrenin dengesinin kaybı anlamına gelir. Nitekim söz konusu insan hayatında sancılı ve zor dönemler yaşasa da kendi “öz-benliğinin” sağladığı ruhsal dinginlik sayesinde hayatın doğal akışından kolay kolay kopmayacaktır.

  Günümüzün bireyi manevi anlamda bir boşluktadır. Çünkü kendi hayatının karanlık yüzünü aydınlatabilmek için ibretin ışığına ve yol göstericiliğine ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla o, eğer ki; yaşadığı ağır deneyimden/deneyimlerden ruhsal anlamda arınamazsa yoluna nasıl devam edecektir? İmdi onun tecrübe ettikleri ya ayağına pranga olacaktır ya da nihai hedefine ulaşabilmek için bir basamak. Nitekim eğer gidilen yolda engeller yoksa söz konusu yol kimseyi bir yere götürmez.

  Tecrübe edinilen kötü serüven, onun benliğini fethetmiştir. Yani manevi anlamda temeller yerinden oynamış ve birey kendi iradesinin birlik ve bütünlüğünü kaybetmiştir. Bu durumda onun hayatın olumlu değerlere olan yönelimi hedefinden sapar. Şu halde, onun yaşadığı kötü deneyimleri kazanca çevirip olgunlaşması ve edindiği ibretle ruhsal anlamda bir bağışıklık kazanması gerekir. Aksi takdirde o, tecrübe ettiği travmanın psikolojik etkisi altında kalıp ezilecektir. Bu ruhsal bir yaradır ve bütün yaralar zamanla kalıcı hastalıklara dönüşebilir. Dolayısıyla etkili bir tedavinin uygulanması şarttır. Ancak bu sağaltım süreci, kişinin manevi iradesinin kabuk bağlayan yaralarının tedavisiyle yapılmalıdır. Peki doğru zamanda doğru sağaltım(terapi) uygulanmazsa onu ne tür bir süreç bekler?

  “Öz-benliğin” pasifizasyonu olumsuz bir süreçtir ve bu süreç, onun manevi özgürlüğünün yitimi ile sonuçlanabilir. Gerek aşırı naif bir kişi gerekse de özerk gibi görünen, öz-güveni yüksek ve olgun bir insan hayatının belirli dönemlerinde kırılma noktası diye tabir edebileceğimiz hadiselerle karşılaşabilmektedir. Bu durum duygusal bir yakınının kaybı, yaşanılan ciddi bir travma veya hayatını dumura uğratan bir olay olabilir. Söz konusu durumlar, onun manevi özgürlüğünü kısıtlayan ve deforme eden olaylardır. Yaşanılan olumsuzlukların psikolojik etkisini kontrol altına alabilmek, bireyin manevi iradesinin göstereceği ruhsal metanet ve dirençle mümkündür. Ayrıca, bireyin ruhsal metanetinin gücünü belirleyen manevi destek noktaları da bulunur ve bunların baskınlığı kendi öz-güvenini ve ruhsal gelişimini olumlu yönde etkiler. Bütün bunlar, benimsenen güçlü bir inancın varlığını resmeder ve gerektirir.

  Yaşanılan olumsuz deneyimlerin sindirilememesi ve ilerleyen zamanda bu deneyimlerin neden olduğu zihinsel hastalıkların kontrol altına alınamaması ciddi bir sorundur. Bu durumda söz konusu birey yaşadıklarının etkisi altında kalırken ruhsal anlamda nefes alamaz ve boğulur. Onun hayata olan güveni ve inancı ağır bir hezimete uğradığından derin bir boşluk içerisinde tutunacak bir dal arar, fakat bulamaz. Bu derin uçurumdan onu çıkaracak bir dal yoktur. Geçen zamanla birlikte o manevi özgürlüğünü kaybeder ve darmadağın olur. Derinleşen sancı yüzünden kişi, bir ateş çemberinin ortasında kavrulan ve nasırlaşan zavallı bir kurbanı oynamaktadır. Bu durum kötü ve ağır bir aşamaya ulaştığında ve yaşanmış olan travma bireyin ruhundaki hayatiyeti söndürdüğünde o, derin bir karanlığın benliğine yayıldığını hisseder. Artık her şey kül olmuştur ve onun hayata bakan penceresi harabeye dönmüş bir atölyenin manzarası haline gelmiştir.

  O, zamanla hayatın güzelliklerine karşı yabancılaşır; sanki aynaya baktığında artık yabancı birini görmeye başlamıştır; çünkü yaşadığı derin acılar onun gerçek kimliğini asimile etmiştir. Yitirilenlerin akabinde kendi kişiliği, zamanla kötü bir belirlenime şahit olmuştur. Yabancılaşma sürecinin fitilini ateşleyen kişiliğin bu olumsuz belirlenimi, ruhsal anlamda artık farklı bir değişimin ve yapılanmanın göstergesi haline gelmiştir. ”Öz-benliğin” pasifizasyonu ile karşılaşan şahıs kendisini manevi anlamda hayattan yavaş yavaş tecrit etmiştir.

  Gerek “iç-görü” gerekse de “sağ-görü” bireyin gözlem yeteneğinin başarısı ile orantılıdır. Fakat “öz-benliğin” pasifizasyonu ile bu yetilere ağır darbeler iner. Kişinin önce kendisine, sonra da hayata karşı yabancılaşması bu durumu net bir şekilde betimler. İmdi, farkındalığın zarar görmesi onun hayatındaki ya da kendi iç-dünyasındaki olumsuz yapılanmaya bir teşhis koyup durumu düzeltebilme şansını da elinden alır. Dolayısıyla manevi iradenin dümeni artık kontrol edilemez. O, artık belirsizliğe ve boşluğa doğru sürüklenmektedir.

DEVAMI İKİNCİ YAZIDA…