Bireyin gelişim sürecinde edindiği deneyimler aklının süzgecinden geçerek toplumsal açıdan bir farkındalık kazanmasını sağlar. İzlenimlerle ve içselleştirmeyle kazanılan davranışsal kalıplar ve toplumsal roller, bireyin kişiliğinin gelişiminde önemli bir role sahiptir. Bu kazanımlar, onun topluma ve sosyal çevreye uyum sağlaması için kullanılır ve zamanla şekillenir. Ayrıca genç birey, davranışsal kalıplarının toplumsal hayata göre şekillenmesi ve gelişmesi için kendi kendine öz-eleştiri yapmaya teşvik edilmelidir. Yapılan öz-eleştirinin yakın çevrenin verdiği destekle ve faydalı geri bildirimlerle beslenmesi, onun vicdanının ve ahlaki değerlerinin zenginleşmesinde kilit bir rol oynayacaktır. Bu değerlerin gelişmişlik düzeyi, bireyin “öz-benliğindeki” olumlu manevi değerlerin baskınlığıyla doğru orantılıdır.
Vicdani ve ahlaki değerlerin bireyin kişilik yapısının değişmez birer parçası haline gelmesi, onun manevi anlamda beslenip ruhsal açıdan zenginleşmesi ile sağlanır. Bu ruhsal gelişim bebeklik döneminde başlar ve erken çocukluk dönemine kadar filizlenir. Ardından aile içerisinde sürdürülür, eğitimle şekillenir ve gerçek hayattan edinilen deneyimlerle bir olgunluk düzeyine (tinsel nitelenme süreciyle birlikte) ulaşılır. Ulaşılan olgunluk düzeyi, aynı zamanda ruhsal gelişim seviyesini de belirleyecektir.
Kişinin manevi iradesinin mevcut ruhsal değerleri, tecrübe edilen önemli deneyimlerin yarattığı etkinin(!) nesnel bir muhakemesinin yapılmasıyla bir beden ve bütünlük kazanır ve benimsenir. Bu şekilde birey iyi ile kötüyü zamanla ayırt eder ve kendi safını belirler. Unutulmaması gereken o ki, iyilik ile kötülük pek çok durumda birbirinin içine gömülüdür. Kalbi ve yüreği temiz olan biri elbet bir gün kendi doğru yolunu bulur ve hayatın ışıldayan yönüyle dirimselleşir. Özü kötülükle dolu olan kişi ise, hiçbir zaman huzuru kendi içinde bulamaz. Mutluluğa ve sevgiye giden yolcu treninin biletini asla elde edemez. O, ya sevginin verdiği pozitif enerji ve titreşimi yüksek ritmiyle hayatı kucaklayacak, ya da kötülüğün karanlık gölgesi altında işlediği günahlarının kefaretini ödeyecektir.
Pozitif manevi değerlerin yoğun ve zengin olması, bireyi “dirimsel bağ” aracılığıyla hayatla bütünleştirir ve bu durum kendi yaşam enerjisinin gücünü olumlu yönde etkiler. Böylelikle inancın şövalyesi söz konusu değerler adına kendi zırhını kuşanır ve kaderin bin bir çeşit zorluğuna karşı güçlü bir duruş sergiler.
Olumlu manevi değerlerin bireyin kişiliğinde tomurcuklanmasına engel olan faktörlerden biri, onun yeterli bir iç-gözlem ve öz-eleştiri yapabilme yeteneğinden yoksun olmasıdır. Bu bağlamda, yeterli bir derinliğe ve kapasiteye ulaşmamış “öz-benlik” durumunda “ego” güçlü ise; o, içinde bulunduğu çevrenin(okul veya sosyal) kurallarına veya toplumsal normlara karşı aykırı bir tutum sergileyen agresif bir kişilik profiline bürünebilir. Başlarda serkeşlikle tarif edilen bu durumu körükleyen en önemli nedenler; yetersiz ahlaki eğitim neticesinde baş gösteren ruhsal donanım eksikliği, duygusal açıdan anlayış noksanlığı ve sığlığıdır. İlerleyen yıllarda bu eksiklikler telafi edilmezse, onun inancını ve yaşama sevincini sağlayan olumlu manevi değerler gelişmeyeceği gibi, eğitilemeyen olumsuz ruhsal değerler bireyin kendi iç huzurunu ve manevi özgürlüğünü tehdit edecektir. Bu bağlamda söz konusu kişi kötülüğün gölgesinde, hırs ve nefret hisleri nefsinde oluşan agresif tutumla çevresine ve zaman zaman da kendisine zulmedecektir. Ayrıca ciddi bir boyut kazanan bencilliği ve kibri ile içinde bulunduğu sosyal düzeni manipüle etme eğilimi gösterecektir. İktidarını sürdürme ve sahip olma tutkuları tarafından kendi kendisinin tutsağı haline gelen birey gözüne kestirdiği kurbanları istismar edecektir.
Bireyin ruhsal enerjisini ve potansiyelini azaltan olumsuz değerlerin manevi irade içerisinde baskın oluşu, onun hayatiyetini, yani yaşama sevincini ve coşkusunu azaltır; kısırlaştırır. Nitekim gaddar veya katı bir insanın ruhsal enerjisi, genellikle sağlıklı ve iyi bir insanın ruhsal enerjisine göre görece daha zayıftır. Kötülüğün bir uşağı haline gelen kişi hayatla dirimselleşmek ve kendi olumsuzluklarından arınmak yerine içindeki negatif potansiyeli eyleme dönüştürür ve şeytanın atölyesini işletir. Çevresindeki insanları nefretinin ve acımasızlığının yoğurduğu kötülüklerle dolu bir elem yağmuruna tutarak manevi bir yıkım gerçekleştirir.
Diğer yandan, “öz-benliği” yeterince gelişmemiş bir insan yeterli bir “ego” potansiyeline de(!) sahip değilse; özel, sosyal ve mesleki hayatında kurduğu ilişkilerde çoğunlukla taviz veren taraf olabilir. Güçlü bir kişiliğe sahip olmadığı için toplumsal düzenin ağır yaptırımları altında kalır. Çünkü o, kendi özgürlüğünü gerçekleştirebilmek için yeterli kudreti içinde bulamaz. Kısacası birey pasif bir kişilik profili benimseyerek kendi kaderinin buyruğuna boyun eğer ve teslim olur. Manevi iradesi, dolayısıyla inancı yeterince gelişmediğinden kendi yaratıcı yönünü ortaya koyamaz, dolayısıyla ruhsal açıdan güçsüz ve zayıf bir iradeyle yaşamını sürdürmeye çalışacaktır.
Bazı manevi değerler ise “öz-benliğin” mevcut durumuna göre kendi safını belirler. Yani “öz-benliğin” maneviyat platformunda üstünlüğü ve kontrolü elinde bulunduran değerler gurubu(iyi-kötü) hangisi ise, bunlar, o gurubun amacında ve hizmetinde kendi potansiyellerini benlik içerisinde gerçekleştirirler. Bu şekilde gerek bireyin kişilik yapısında gerekse de psikolojisinde belirleyici bir rol oynarlar.
İyi ve kötü nitelikteki bütün tinsel değerlerin manevi irade içerisindeki işlevlerini yitirdiği aciz durum, kaygının ve kaygıyla ilintili olan umutsuzluk ve anlamsızlık hislerinin etkin olduğu zaman dilimidir. Kaygı bireye, dolayısıyla insanoğluna içkin olan tinsel yapısının karanlık yüzüdür ve bu değer onun bilincinde açığa çıkmak için kendi zamanını bekler. Kişi, kaygının yoğun tesiri altında kaldığı zaman diğer tinsel bileşenler, yani “maneviyat” kendi potansiyelini etkin bir hale dönüştüremez. İmdi, bir kurtarıcı olan inanç inzivaya çekilmiştir. Bu durum, zamanın akışının durduğu soğuk bir tutulmadır. O, dış dünyayla olan bağlarını koparır ve kendi içine, hiçliğin derin boşluğuna kapılır. Manevi değerler bir kaygı çemberi içerisinde donuklaşır ve kaskatı kesilir. Söz konusu bu süreç, kısa veya uzun bir zaman dilimi olarak yaşanabilir. Nitekim herkes, bu deneyimin hissini anlık dahi olsa tecrübe etmiştir.
Uygar bir medeniyetin gelişim sürecinde olduğu gibi; birey, gerek çevresel faktörlerin yaptırımları ve eğitimi gerekse de kendi iç-görüsü ve muhakemesinin yardımıyla toplumsal norm ve şartlara adapte olmaktadır. İnsanı toplumsal bir varlık haline getiren bu süreçtir. Olgun ve özerk bir birey olmanın yolu bu zorlu aşamadan geçer. Fakat önemli olan, ilerleyen zamanda onun içinde devinen pozitif manevi değerlerin doğal bir şekilde edimsel hale dönüşmesidir. Kısacası; iyilik ve güzellikler onun hür iradesiyle içinden gelerek oluşmalı ve o, bu değerleri çevresinde yaşatmayı bilmelidir. Ünlü filozof Kant buna koşulsuz buyruk adını vermiştir.

