Scroll Top
Zaman, Mizansen ve İçsel Olgunlaşma

Hiçlik duygusuyla nitelenen kişi kendisi için iyi ve değerli olanı kaybetme tecrübesinden edindiği ibretle hayata dört elle sarılacak, dolayısıyla…

  İnsanın kendi ayırt edici ruhsal yetenekleri, hayatın daimi akışında ortaya çıkan ve gelişen özel vasıflardır. Bu bakımdan bireyin bir özne olarak hayatı nasıl deneyimlediği, kendi içindeki gerçeklik anlayışını yapılandırır ve olgunlaştırır. Ona kendi öz-kimliğini ve niteliğini kazandıran hayatın kendisidir. Biz insanı gerçeğin iradesinden soyutlayıp anlayamayız. Kaleme aldığım bu yazıda söz konusu ayırt edici nitelikleri betimlemeden önce bu vasıflara bir beden ve bütünlük kazandıran deneyim olgusuna kısaca değinmek istiyorum.

  İnsanın gerçek hayatı deneyimleyebilmesi mekânın ve zamanın varlığını gerektirir. Deneyim, zamanın daimi akışında gerçekleşen tinsel ya da doğal kaynaklı olayların bireyin zihinsel yetileri tarafından yorumlanıp idrak edilmesiyle oluşur. Deneyime kendi sıfatını kazandıran unsur, özne ile nesnenin birbiriyle kurduğu eş-zamanlı ilişkiyi sağlayan algısal süreçtir. Bu süreçten elde edilen veriyi depolayan ise hafızadır. Ancak zaman olmadan bu akış gerçekleşemez. Çünkü bu forma bir süreklilik kazandırıp oluşan izlenimi veya edinimi varoluşsal bir zemine oturtan zamandır. Zaman, bireyin elde ettiği verilerin kendi hafızasında canlı bir imge olarak kalıcı hale gelmesini sağlar; çünkü deneyimin varoluşsal temeli, Henri Bergson’un da belirttiği gibi anların birbirini takip etmesi ile oluşur.

  Zamanın kendi sürekliliği, sahip olduğu en temel özelliktir. Bu sürekliliğin sağlamış olduğu varoluşsal zemin, bireyin doğumdan ölüme dek uzanan hayat yolculuğunda iyi ya da kötü tüm olasılıklara açık kapı bırakan paha biçilemez bir olanak sağlar. Zaman ve mekân bileşkesi bize kendi özgürlüğümüzü gerçekleştirebilmek için bir hakikat alanı oluşturur. Mekândan elde edilen duyumların zamanın sürekliliğiyle bir forma kavuşması bize bir evren ve hayat tasavvuru sunar. Böylelikle zamanın akışında art arda gelen duyumlar bizim gerçeklik anlayışımızı yapılandırır ve şekillendirir. Zamanın ardışıklığı, gerçek dünyadaki yani mekândaki şeylerin veya zihindeki bütün düşünsel tezahürlerin varoluşsal zeminini oluşturur. Öte yandan zamanın ardışıklığını kavrayabilmek, hafızası olan bilinçli bir varlık olmakla mümkündür. Mekânın ve yaşanmışlıkların kazandırdığı deneyim bilgisi, art arda gelen anların birbirini takip etmesi ve hafızada başlangıcı ve sonu olan bir veri stoku meydana getirmesiyle oluşur. Bilinç bu deneyimi şimdiden geçmişe doğru yaptığı bir muhakemeyle hatırlar ki; bireyin kendi geçmişine doğru yönelme ve hatıralarını gözden geçirme işlemini sağlayan unsur da anların birbirini takip etmesi, yani zamanın sürekliliğidir(Henri Bergson). Kişinin ruhsal devinimini sağlayan unsur zaman ve zamanın neden olduğu gerçek hayattaki oluşlardır. Onun zamanın bir nesnesi olarak devinmesi ve olgunlaşması bir süreklilik içerisinde gerçekleşir ve nitekim bu süreklilikten doğan ruhsal anlamda bir dinginlik söz konusudur.

  Gerçek hayattan elde edilen deneyimler akabinde gelişen mizansen işlevi, bireyin özünü oluşturan varoluşsal bir faaliyettir. Böylelikle kişi düşünen bir özne haline gelir ve zamanla varoluşuna özgün bir form kazandırır. Mizansen kapasitesi ise, onu hayata bağlayan manevi gücü oluşturur.  Bu kapasite, kendi manevi iradesinin ve inancının gücü oranında bireyi hayatla bütünleştirir. O, kendi sağlıklı mizansen işlevini gerçekleştirebilmek için mizansen kapasitesine ihtiyaç duyar.

  Mizansen kapasitesi, tinsel değerlerin hüküm sürdüğü manevi irade içerisindeki düzeni sağlar. Bu kapasite, zamanın sürekliliğinden doğan dinginliğin(!), yani evrensel ritmin bilinç ve hafıza aracılığıyla “öz-benliğe” kazandırılması ile gerçekleşir. “Öz-benliğin” olgunlaşma süreciyle güç kazanan “dirimsel-bağ” mizansen kapasitesinin seviyesini belirler. Zamanın kendisine has dinginliği ve sürekliliği ile bireyin psikolojik yapısında da aynı şekilde bir düzen ve dinginlik meydana gelir ve böylelikle tinsel açıdan bir kaos yaşanması önlenir. “Dirimsel-bağın” gücü, yani inanç(!) onun güncel hayata ve anın nimetlerine demir atmasını sağladığı için manevi irade kendi mizansen işlevini yerine getirmektedir. Böylelikle düşünsel ve duygusal süreçlerin sağlıklı ve dingin akışı desteklenerek korunmaktadır.

  Öte yandan birey, manevi iradesinin mizansen işlevini yerine getirdiği sürece bir gözlemci gibi kendi varoluşunu da sürdürür. O, yaptığı (içsel) derin tefekkür ve geribildirimlerle var olan nesnel gerçeği insani vasıflarıyla benimser. Mizansenin gerçekleştiği atölye (zihin) aslında bir tiyatro sahnesidir ve burada sergilenen oyun, gerçeği gözlemleyen bireyin kendi iç-dünyasına sunduğu düşünsel ve duygusal temalarla kurgulanan bir mikro gösteridir. Gerçek hayatta yaşanılan deneyimin mahiyetine ve uyandırdığı etkiye göre bireyin zihninin temel dinamikleri, yani tinsel değerleri bilinç düzeyine (sahneye) yükselirler ve gerçeğin öznel bir şekilde deneyimlenmesinde aracı/yardımcı rol üstlenirler. Mizansen işlevi, bireyin kendi içindeki gerçekliğin pekişimini sağlayan bir zihinsel faaliyettir. Bireyin zihninde gerçekleşen bu faaliyet gerçek hayattan elde edilen izlenimlerle ve bilgilerle derinlik kazanır. İç-dünyamızda gerçekleşen bu virtüel gösteri, var olan nesnel gerçeğin idrak edilmesinde kullanılan tek yoldur. Bireyin zihinsel yetilerinin sağlıklı işlevi doğrultusunda gerçek hayattan elde ettiği kazanımlar, kendi manevi iradesinin zenginliğini arttırır ve hayat görüşüne bir derinlik katar.

  Bir tür stabilizatör rolü üstlenen mizansen kapasitesi, hayatın gelgitleri içerisindeki bireyin yaşayabileceği sarsıcı ve yıkıcı olaylara karşı ruhsal dinginliği/sağlığı koruyabilme gücünü oluşturur. Bu kapasite onun dünyaya gözlerini açmasıyla filizlenir ve olgunlaşma süreci boyunca yaşadığı tinsel nitelenmeyle güçlenir. Bu kazanım, onun kendi zihinsel süreçlerinin dinginliğinin, dolayısıyla mental sağlığının korunması açısından da elzemdir.

  Tinsel kaosa neden olan unsur ise, bireyin inancının gücü oranında desteklenen mizansen kapasitesinin yaşanılan ağır travmanın yıkıcı etkisine karşı yetersiz kalmasıdır. Zamanın dinginliği ve sürekliliğinin “öz-benlik” üzerindeki yapıcı ve olumlu yansımaları, yaşanılan travmanın yıkıcı gücüyle ortadan kalkar. Çünkü tinin karabasanı olan kaygı(!), onun bilincinde gün yüzüne çıkar ve mizansenin doğal akışını harap eder. Bu durumda mizansenin temel figürleri olan tinsel değerler birer birer kendi rollerini/etkinliklerini yitirir ve kaygının kurbanı olur. Tinsel kaos sürecinde bireyin manevi iradesinin iplerini kaygı eline alır.

  Tinsel kaos kontrol altına alınamadığında birey kendi düşünsel ve duygusal süreçlerinin sağlıklı akışını, ayrıca mantığının karakteristik yapısını zamanla kaybeder. Çeşitli ruhsal rahatsızlıkların fitilini ateşleyen olumsuz süreç, tinsel kaosun kontrol altına alınamaması neticesinde zihinsel yetilerin sağlıklı işlevini kaybetmesiyle baş gösterir. Tinsel kaos gerçekleştiği zaman kendimize, başkalarına veya hayata karşı beslediğimiz inanç yerini hiçliğin derin boşluk duygusuna bırakır. Kaygının felç edici etkisi, geriye kalan faydalı manevi değerleri bozguna uğratır ve hayatın anlamını onun kalbinden söküp alır. Kişi andan ve anın nimetlerinden koptuğu gibi kaygının yörüngesine girer ve hayat ritimlerinin olmadığı bir zamansallık çemberi içinde hapsolur.

  Yaşanılan ağır deneyimlerin gerçek iç-yüzünü bütün doğrularıyla kabul etmek ise; olgunluğa ve manevi özgürlüğe giden yoldur. Bu cendere yolunu en az kayıpla atlatmak ve kaybı kazanca çevirebilmek derin bir ruhsal yenilenmeyi ve olgunlaşmayı, kısacası tinsel nitelenme sürecini gerektirir. Nitekim zamanla devinen ve hayatın gerçekleriyle nitelenen bir “öz-benliğin” “dirimsel-bağı”, yani inancın gücü yeterli bir düzeye ulaştığında birey sarsılmaz bir iradeye sahip olacaktır. Onu hayata bağlayan değerler kendisini ayakta tutan varoluş nedenleridir ve hiçbir şey, hakikatin özünden ve taşıdığı önemden daha üstün değildir. Sahip olduğumuz en büyük kudret içimizde yaşattığımız hayatın ve aşkın gerçekliğinde gizlidir.

  Hiçliğin karanlık yüzüyle nitelenen birey olgunlaştıkça kendi ruhunun metanetini sağlayan koruyucu kalkanı teşekkül eder. İnancın gücüyle doğru orantılı olan bu kalkan mizansen kapasitesinin sınırlarını belirler. İyi ve kötü veçheleriyle deneyimlenen hayatın kişiye kazandırdığı en büyük değer nesnel gerçeğin kendisidir. Tinsel nitelenme sürecinin derinliği ve başarısı onun ulaşacağı ruhsal olgunluk seviyesinin ve metanetinin kaynağıdır. Bireyin kendi benliğinde meydana gelen realite anlayışının netleşmesi ve mükemmelleşmesi tinsel nitelenme sürecinin başarıyla sonuçlanmasını gerektirir. Yaşadıklarıyla manevi iradesini derinleştiren ve zenginleştiren bireyin elde ettiği kazanımlar, onun hayata ve güncel zamana tutunması için en büyük gerekçedir. Hiçlik duygusuyla nitelenen kişi kendisi için iyi ve değerli olanı kaybetme tecrübesinden edindiği ibretle hayata dört elle sarılacak, dolayısıyla onun mizansen kapasitesi eskisinden daha güçlü olacaktır. Bu olgunlaşma süreci onu hayatın kusursuz iradesine bağlayacak ve varoluşunu eskisinden daha anlamlı kılacaktır.